28 Eylül 2017 Perşembe

''Mihmandar'' kitabı değerlendirmesi

Arka kapak yazısı

Peygamberin mihmandârı! Bir arzun varsa yapayım. Bir vasiyetin varsa yerine getireyim!"

"Ey Emîr! Sakın Allahın dinini bozma, müminler arasına fitne girmesine müsaade etme. Askere adalet ile muamele eyle ve düşman karşısında can kaygusu çekme. Bana gelince, senden ve senin ait olduğun şu dünyadan hiçbir şey istemediğimi bil ve herkese böylece ilan et. Şurada can oynatan cengâverlerden son arzum odur ki Azrail (a.s) bize uğradıktan sonra naşımı Konstantiniyye surlarına yakın götürsünler. O gün savaş hattı nerede oluşursa, bedenimi o noktaya kadar taşısınlar ve orada, savaşan mücahitlerin arasında beni defneylesinler. Ta ki atlarımızın ayakları bedenimi çiğnemiş olsun, Bizans dokunamasın. Ayrıca, eğer yapabiliyorlarsa, cenazemi kendi atımın arkasında bir sedyeye bağlayıp taşısınlar. Tıpkı Kutlu Nebiyi getiren Kusvânın Medinede bizim hanemizi bulduğu gibi o da benim için nereye gideceğini ve nerede duracağını bulacaktır."

Yazar adı: İskender Pala                                                                     

Yayın tarihi:01.06.2014

Sayfa sayısı:400


Büyük bir aşkla İskender Pala'nın ilk kitabı olarak okuduğum Mihmandar'ı, bitmesin diye ne kadar yavaş okusam da her güzel şeyin bittiği gibi o da bitti. Eyüp Sultan'ın hayatını hep merak etmişimdir öyle güzel bir insanı evinde konuk etmeye layık olacak ne yaptı diye. Mihmandar'da Efendimizin evine gelmeden önceki yaşantısını pek anlatmasa da O gelmeden önce yokluk çektiğini, sıkıntılar yaşadığını bu kitap sayesinde öğrenebildim. Yazar kitapta sadece Eyüp Sutan'ı anlatmıyor. Evet ağırlıklı olarak öyle ancak kitapta aynı zamanda Efendimizin nasıl hicret ettiği, Muaviye'nin oğlu Yezid ile beraber halifeliği nasıl yürüttüğü, İstanbul'u fethetmek ve Peygamberimizin hadisine nail olabilmek için askerlerin neler çektiği de anlatılıyor. Kırktan fazla hadisle zenginleştirilmiş olması da beni benden alan bir başka güzel yanı. Yazarın kitabın adını ''Mihmandar'' koyması da Eyüp Sultan'ın hayatına bir o kadar uymuş. Çünkü mihmandar, konukçu anlamına geliyor.


Kitabın konusuna bakacak olursak, kitabın başlarında Efendimizin Hz. Ebubekir ile hicretini ve Eyüp Sultan'ın evinde konuk oluşunu anlatıyor. Diğer kısımdaysa olaylar şöyle geçiyor. Hz Ali'den sonra halife olan Muaviye İstanbul'a sefer başlatıyor. Bunu duyan Ebû Eyyûb El-Ensarî hem cihat sevabı kazanmak için hem de Efendimizin hadisine nail olabilmek için Medine'den ayrılıyor ve ordunun içinde bulunan otuz kadar sahabi ile o zamanlar ismi Kostantiniyye olan İstanbul'a fetih 
için gidiyorlar. Tabii o zamanlar şimdiki kadar kolay değil gidişler. Ordu ya yürüyerek ya atla, deveyle gittiği için yolları yaklaşık iki sene sürüyor. Ayrıca yolda Bizanslılar ile savaşmak zorunda kalıyorlar, kimi asker hasta oluyor, kimisi ölüyor. Kısacası yolsa birçok zorlukla karşılaşıyorlar. Sonunda İstanbul'a vardıkları zaman da savaş anında da ordu zorluklarla mücadele ediyor. Eyüp Sultan ise bir yere kadar dayanıp, İstanbul'da hastalığından dolayı şehit oluyor. Yazar çok uzun olmasa da Eyüp Sultan'ın vefatından sonraki diğer yakınlarının hayatını da anlatıyor.

Normalde savaş anlatan veya tarihi anlatan  kitapları okurken çok kolay sıkılırım ama Mihmandar'ı okurken kitabın hiçbir yerinde sıkılmadım. Aksine her olaydan sonra acaba şimdi ne olacak diye merak içinde okudum. Eyüp Sultan'ın hayatını merak ediyorsanız mutlaka bu kitabı okumalısınız. Böylesine büyük bir zatın kitabını herkes okumalı, okutmalı diye düşünüyorum. 



                                            








































17 Eylül 2017 Pazar

''Simyacı'' kitabı değerlendirmesi


Arka kapak yazısı

Simyacı, Brezilyalı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho'nun, yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir `fenomen' olarak değerlendirilen üçüncü romanı. Simyacı, altı yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia Marquez'den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir `klasik' kimliği kazanan Simyacı'yı Saint-Exupery'nin Küçük Prens'i ve Richard Bach'ın Martı Jonathan Livingston'u ile karşılaştıranlar var (Publishers Weekly). Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir `nasihatnâme': `Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın?' sorularına yanıt arayan bir hayat ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor.



Yazar adı : Paulo Coelho


Çevirmen : Özdemir İnce


Yayın tarihi : 04.05.2017


Sayfa sayısı : 184


Kendi iç sesine kulak veren, isteklerini ve arzularını dinleyip onları uygulamaya koyan nadir kişilerden birinin hikayesi anlatılmış bu kitapta. Kitabın arka kapak yazısında kitabı, herkes daha uyurken şafak vakti uyanıp güneşin doğuşunu izlemeye benzetmiş. Mutlaka hepimiz bir kere de olsa şafak vakti uyanıp, güneş doğana kadar uyanık kalmışızdır. Öyle zamanlarda çoğu kişinin görmediğini gördüğümüz için ister istemez kendimizi şanslı hissederiz ve kendimize şimdi bu saatte uyuyanlar ne kadar da çok şey kaçırdı, bu güzellikten mahrum kaldılar deriz. Bu kitabı okumayan kişi de gerçekten çok şey kaçırıyor. Neden diye soracak olursanız, kitabı bitirdikten sonra anlıyoruz ki Simyacı bize çok şey katmış. Yazar hem okuru sıkmadan hikayesini anlatıp, hem okuyucuya faydalı mesajlar vermeyi çok güzel başarmış. Eğer az çok Mevlana hakkında bilginiz varsa, mesneviden birkaç hikaye biliyorsanız, kitabın Mevlana'dan esinlenerek yazıldığını rahatlıkla görebilirsiniz. Kitabın arkasında da Mesnevi'den esinlendiği yazıyor. Kitabın akıcı olması nedeniyle ve yazarın arada olayları merak ettirmesiyle kitabı ben gibi bir çırpıda bitirebilirsiniz :) 


Kitabın konusuna gelecek olursak, Endülüs'lü Santigo adında bir genç, hem gezerek hem çobanlık yaparak hayatını devam ettiriyor. Bir gün gördüğü bir rüya üzerine hazine aramak için Mısır piramitlerine gitmeyi karar veriyor ve yola koyuluyor. Yolda birçok kişiyle karşılaşıyor, kimisiyle dost oluyor, kimisiyle düşman. Neyse en sonunda büyük çabalarla Mısır'a varıyor. Mısır'da ise onu büyük bir sürpriz bekliyor.


Büyük heyecanla okuyacağınızı tahmin ettiğim bu kitabı okuyun, okutturun. Okumakla bir şey kaybetmezsiniz, tam tersine kazanacağınızı düşünüyorum. :)

 














15 Eylül 2017 Cuma

''OZ'' kitabı değerlendirmesi



Arka kapak yazısı

Dorothy ilk defa öldüğünde on iki yaşındaydı. En azından bana söylediği buydu. Delirdiğini düşünmüştüm ama şimdi 
ona inandığım için esas deli ben miyim diye merak ediyorum. Öyleysem bunların hiçbirinin önemi yok demektir. 
Ama değilsem… 
Eh, o zaman dünya benim düşündüğüm gibi bir şey değil demektir.Üstelik tek bir dünya yok.

Kafanız karıştıysa canınız sıkılmasın. Benimki de karışmıştı. 
Okuyun, anlayacaksınız. Sonra karar verirsiniz: 
Ben mi delirdim yoksa siz mi?

Hortum seni sürükledi. 
Şimdi hikâyeye baştan başlayacaksın. 

Aklını, kalbini, duyularını karıştıracak bir dünyayla karşı karşıyasın. 
Bu diyarda gündüzler karanlık turuncu, güneş siyah, geceler bembeyaz.
Büyünün yerini bilim aldı.
Hatırladığın herkes, her şey artık çok daha güzel, korkunç, acımasız. 

Yeniden keşfetmeye hazırlan: OZ'u ya da kendini!




Yazar Adı: Adam Fawer

Çevirmen: Algan Sezgintüredi

Yayın Tarihi: 06.20.2016

Sayfa Sayısı: 384


Sosyal medyada, okulda, internette kısacası her yerde, neredeyse herkesin elinde gördüğüm bu kitabı ''herkes okuyorsa vardır bir şey, güzel olmasa bu kadar çok satılmazdı '' diyerekten aldım. Ama gördüm ki çoğu kişi gibi ben de yanılmışım. Kitaba yapılan yorumlara, verilen tepkilere baktığımda okumayan bir, okuyan bin pişman olduğunu açıkça görüyoruz. Herkes bu kitabı okuduğuna niçin bu kadar pişman diye soracak olursanız; ben kısaca özetleyeyim. İlk olarak yazar ütopik bir roman yazmış ve eğer OZ filmini, masalını bilmiyorsanız(ben gibi), yazar kitabı kendi kurguladı diye ve bu kadar saçma bir olayı kendi kafasında nasıl kurguladı diye şaşırabiliyorsunuz. Açıkçası ben yazarın hayal gücüne hayran kalmıştım. Ama sonra öğrendim ki dünyaca ünlü olan oz büyücüsü masalı varmış ve yazar oradaki olaylardan esinlenmiş. Yetişkinlerin roman olarak okuduğu bu kitap, daha çok çocukların okuduğu masal kitabını andırıyor. Kitabı okumaya başladığımda ve orta kısımlarına geldiğimde kitap fazlasıyla saçma gelmişti ancak bir yandan kitabın sonunu merak ettiğim için zorlayarak da olsa bitirmeyi başardım. Şimdi diyeceksiniz kitabın hiç mi güzel yanı yok? Elbette güzel yanı da var mesela küçük bir kızın zorluklarla mücadele ederek sonunda zafere ulaştığını anlatmasıyla aslında bize, zafere zorluklarla mücadele ederek gidileceğini anlatıyor. Yazarın önceki iki kitabını da çok duymuş, görmüştüm ama bir türlü fırsat bulup okuyamamıştım. Yazarın önceki kitaplarını okuyanların yorumuna bakılırsa, OZ, onlar için tam bir hayal kırıklığı olmuş.

Kitabı kısa bir özet geçecek olursak, Dorothy adında bir kız bir anda kendini başka bir dünyanın içinde buluyor. Orada kendisine yapması gereken görevler veriliyor ve en sonunda Oz büyücüsünü yenmesi isteniyor. Dorothy bu görevleri yaparken farklı kişilere rastlıyor ve bazılarını dost ediniyor.
Dorothy birçok zorluğu aştıktan sonra en sonunda Oz büyücüsünü yenmeyi başarıyor. Tabi kitap burada bitmiyor. Beni en çok şaşırtan yer olan kitabın sonunda, tüm bu olan olaylar bir kızın rüyası oluyor.

Ben bir kitabı bitirdiğimde bu kitap bana ne kattı diye düşünürüm. Oz 'u okuduktan sonra da
Oz bana ne kattı diye bir düşündüm. Kitaptan hiçbir şey öğrenememiştim ve kitap bittiğinde bu kitaba harcadığım zamanın boşa gittiğini gördüm. Yine de benim için bir deneyim oldu. Artık bundan sonra okuyacağım kitapları daha dikkatli seçer, kitaplar hakkında başkalarının ne düşündüğüne önem veririm diye düşünüyorum :)

















11 Eylül 2017 Pazartesi

''Ben, Malala'' kitabı değerlendirmesi

''Sesimizin değerini ancak susturulduğumuzda anlarız.''

Yazar Adı: Chiristina Lamb

Çevirmen: Doğan Yılmaz

Yayın Tarihi: 06.04.2016

Sayfa Sayısı: 392


''Malala kim?'' diye sordu silahlı adam. 

Malala benim, bu da benim hikayem.



Selamlar !! Denizli'de ilk defa düzenlenen kitap fuarından  aldığım bu kitap, iyi ki alıp okumuşum dediğim, beni fazlasıyla derinden etkileyen bir kitap oldu.  Eğitim hakkını savunduğu için Taliban tarafından vurulan bu kızın hikayesi yaşanmış, gerçek bir hikaye olduğu için beni çok etkiledi. Düşünüyorum da herkes bu kadar cesur davranamaz özellikle eğitim konusunda.  Malala'nın yaşı küçük olmasına rağmen birçok zorlukla tek başına mücadele etmesi ve eğitim hakkını savunamayan yüzlerce hatta binlerce kızın sesini tüm dünyaya duyurması beni çok şaşırttı. Bu kitapta gördüm ki yaşın kaç olursa olsun, şartların her ne kadar kötü durumda olursa olsun hakkını savunmak, sesini duyurmak mümkün. Daha 5 sene öncesinde yaşanan bu olay, aslında bize gösteriyor ki dünyanın hala birçok yerinde hakkıyla eğitim göremeyen, rehavet seviyesi fazlasıyla düşük, birçok şeyden mahrum, hayatı boyunca sürekli kısıtlanan insanlar varken, dünyanın başka bir yerinde gittiği okuldan şikayetçi olan, sırf küçük bir isteği yerine getirilmediği için depresyona giren, fazla yediğinden dolayı oburlukla mücadele eden çocuklar yaşarken, bizim hala yerimizde oturmamız ne kadar doğru. 

Kitabın konusu ise, Pakistan'da yaşayan Svat'lı bir babanın kızı olan Malala'nın, Taliban'ın Pakistan'da halka baskı kurduğu, kadınları evinden çıkarmadığı, okulları bombaladığı, eğitim almanın çok zor olduğu bir dönemde kız çocuklarının eğitimi için mücadele veriyor. Malala verdiği mücadele sürecinde birçok zorlukla karşılaşıyor ancak sonunda 2014'de Nobel Barış Ödülü'ne layık görülüyor. 
Kitapta Malala'nın hayatının yanında Svat'ın tarihi, kültürü, Pakistan'ın kuruluşu hakkında da birçok bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Malala'nın belgesel filmi de varmış. Onu yeni öğrendiğim için henüz izleyemedim ama en kısa zamanda izleyeceğiim. Kitabın başka bir güzel yanı ise Malala hayatını kendi ağzından anlatıyor ve kitap resimlerle desteklenmiş. Bu sayede kitabı okurken bir yandan da yaşıyorsunuz.


Kitabı eminim siz de çok severek okuyacaksınız.























10 Eylül 2017 Pazar

''Nietzche Ağladığında'' kitabı değerlendirmesi

Yazar Adı : Irvin D. Yalom

Çevirmen : Aysun Babacan

Orijinal Adı : When Nietzche Wept(İngilizce)

Yayın Tarihi : 03.03.2017

Sayfa Sayısı : 374

AKTÖRLER 

Nietzche: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Tanrı’yı öldürmüş. “Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır” diyor. Daha sonra, “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenebilirsiniz?” diyecek. Ümitsiz.


Breuer: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca “ama” pozisyonunda yaşamış biri.


Freud: Breuer’in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul.


Salomé: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici. Özgür. Evliliğe inanmıyor. Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Kırbacı var.


SAHNE

Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yüzyıl Viyana'sı. Entelektüel ortamlar. Hava soğuk.

Merhabalarr!! Beni derinden etkileyen, hayatıma yön veren, bakış açımı değiştiren kitaplardan biridir Nietzche Ağladığında. Bu kitabı bana bir zamanlar psİkolog olmayı düşünürken bir büyüğüm tavsiye etmişti. Ve demişti ki ''Bak bakalım psikolog olmak nasıl kolaymıymış.'' Kitabı okuduktan sonra psikolog olmaktan vazgeçmiştim çünkü anlamıştım ki hiçbir şey karşıdan görüldüğü kolay olmuyormuş. Elbette her işin kendine göre bir zorluğu var ve bu zorlukları mecbur yenmek zorundayız. Ancak psikolog olmak bana gerçekten çok zor geldi ve o işin aslında bana göre olmadığını anladım. Kitaba gelecek olursaak, açıkcası kitabın başları baya bir sıkıcı gelmişti çünkü çok fazla psikolojik terimlerden bahsediyor ve Breur, Freud ve Nietzche arasındaki bazı konuşmalar insanı sıkıyor. Freud kim diye soracak olursanız, Freud, psikanalizi bulan Nietzche ile aynı zamanda yaşamış ünlü bir psikiyatrist. Breur ise Freud'un hocası. Psikolojiye az çok ilginiz varsa veya psikoloji ile ilgili kitaplar okuduysanız duymuşsunuzdur adını mutlaka. Kitabın başlarına sıkıcı dedim ancak kitap gittikçe ilgimi çekmeye başlamıştı ve psikolojiye ilgim olduğu için kitabı ilgiyle bitirdim. Kitap bittiğindeyse, neden bitti diye oturup üzüldüm resmen. Kitabın başları size biraz karmaşık gelmiş olabilir. Ama inanınki bitince aklınızda kitabın parçaları bir yapboz gibi birleşiyor kafanızda ve vay bee diyorsunuz neler öğrendim bir kitaptan. Nietzche Ağladığında, Yalom'un okuduğum ilk eseriydi ve okuduktan sonra pişmanlık duydum neden ben bu adamın kitaplarını şimdiye kadar okumadım diye.

Kitabın konusuna gelecek olursak, kitap Nietzche, Breur ve Salome karakterli arasında geçiyor genellikle. Ünlü psikolog olan Breur ailesiyle tatil yapmak için Viyana'ya gidiyor. Orada kendisine Salome'den bir mektup geliyor. Salome ise Nietzche'nin eskiden aşk yaşadığı kişi. Salome Nietzche'yi iyileştirmek için Breur ile konuşuyor ve Nietzche ile Breur tanışıyorlar. Kitabın büyük bir bölümü Nietzche'nin hastalığıyla geçiyor zaten. Ne kadar Dr. Breur Nietzche'yi iyileştirmek isterse, Nietzche o kadar tedavi olmak istemiyor. Bu ksımdan sonra kitaba namı değer Freud da dahil oluyor. Freud ise Breur'un öğrencisi. Breur Nietzche'yi ikna edemeyince Freud'a danışıyor. Bir gün Nietzche hastalığı nedeniyle koma geçiriyor. Koma geçirdikten sonra ise Dr. Breur'un sözünü dinlemeye başlıyor ve tedavi oluyor. Tabi bu aralarda bir çoook olay geçiyor ama ben hepsini anlatmak istemedim merak edin de alın kitabı okuyun diye :) 















9 Eylül 2017 Cumartesi

''MUCİZE'' kitabı değerlendirmesi


Yazar Adı: R.J Palacio

Çevirmen: Berna Sirman

Orijinal Adı: Wonder(İngilizce) 

Yayın Tarihi: 16 Kasım 2015

Sayfa Sayısı: 336

# 1 New York Times çoksatanı


Merhabalarr !! Aslında bu kitaba çok fazla önyargılıydım. Nedeniyse ; '' bir insan kapağa neden bir çocuk yüzü koysunki ?'' diye düşünmemdi. Kitap ilk bakışta çekici gelmemişti açıkcası. Taaaaa ki D&R' da kitabı elime alıp ınceleyene kadar. Kitabın arka kapağında ''Bu kitabı kapağına (çocuğun yüzüne) bakarak değerlendirmeyin'' yazıyordu. O an sanki o yazının bana söylendiğini hissettim.  Her zaman başkalarının zevklerine güvenmişimdir. Bir yandan yorumlara baktığımda herkesin mükemmel yorumlar yaptığını gördüm veee almaya karar verdim nihayet. :) Şimdi, okuduktan sonra, diyorum ki; iyiki almışım yahu okumasam ne kadar çok şey kaybedecektim. Evet öyle dedim çünkü; her ne kadar çocuk kitabı gibi görünse de, aslında herkesin okuması gereken bu kitap, bana çok şey kattı. Bunlardan biri: empati duygum arttı. Artık yüzünde veya herhangi bir yerinde bir kusuru olan kişiye anormal şekilde bakmıyorum. Her ne kadar kenidimize bakmıyormuş gibi gelsek de, ister istemez anormalliğe dönüp maalesef anormal şekilde bakmaya başladık. Bilmiyoruz ki onların da biz gibi düşünüp, konuşup, yaşadığını. Neyse bu kadar değerlendirme yeter şimdilik :)

Gelelim kitabın konusunaa. August adında on yaşındaki çocuğun doğuştan gelen yüzünde şekil bozukluğu vardır. (Hastalığın bir adı vardı ancak bulamadım maalesef :(. Kitapta yazıyor olması lazım.) August her çocuk gibi konuşabiliyor, yürüyebiliyor, oynayabiliyor, ancak; okula gidemiyor. Nedeniyse sık sık geçirdiği ameliyatlar. August'u gören herkes korkunç birşey görmüş gibi etrafa kaçışıyor veya anormal şekilde bakıyor. August ise bu duruma alışmış durumda. August'un ailesi de bu duruma artık alışmış durumda. August, on yaşında okula başlıyor. Okuldaki herkes ona anormal gözle bakıyorlar, onu dışlıyorlar. Yani anlayacağınız August yeni başladığı okulunda birçok sıkıntıyla karşılaşıyor. Kitabın en sevdiğim yanıysa, August'u sadece August'un gözünden okumuyorsunuz. Yazar, ablasının, arkadaşlarının gözünden de August'u anlattığı için August' daha iyi şekilde anlayabiliyorsunuz. 


Sonu. olarak, MUCİZE eminim size çok şey katacak ve kitabı bırakmak istemeyeceksiniz. Kitabı amaan napıcam ben onu çocuk kitabı gibi o bana hiçbirşey katmaz demeden alın, okuyun, okutturun. Görün pişmam olmayacaksınız. Bu birazcık reklam gibi oldu ama hadi neyse :) 


Kitap Yorumları 


“Cesaret ve gerçeklerle dolu Mucize, etrafımızı saran güzellikleri fark etmeyi anlatıyor. Auggie Pullman’a âşık olmamak imkânsız.”
Rebecca Stead, Newbery ödüllü yazar

“İlk kitaplar nadiren bu kadar etkileyicidir; okurların gözünü ve yüreğini açma gücüne sahip, nadide bir hikâye.”

Publishers Weekly

“Mucize, kocaman yürekli bir kitap… hepimizin nasıl kırılgan, kusurlu ve mükemmel güzellikte varlıklar olduğumuzu gösteriyor.”

Julia Alvarez

“Unutulmaz bir nezaket, cesaret ve mucizenin hikâyesi.”

Kirkus Reviews


“Mucize, sevgi, hüzün ve insan yaşamının değeri hakkında çok güzel bir hikâye. Okuduktan sonra daha iyi bir insan olmayı istememek mümkün değil.”
Patricia Reilly Giff, Newbery ödüllü yazar